FM 2011- Gaziantepspor - İkinci Yıl

Geçen iğrenç sezon bittiğinde büyük bir hevesle oyuncu aramaya başladım. Kulübün  borcu olduğu için bedava oyunculara yönelmek durumunda kaldım. İşe yaramaz yabancılarımı gönderdikten sonra takımın maaş kotası rahat bir nefes aldı. Artık stratejik noktalara bir kaç oyuncu alabilecektim. Ufak çapta bir araştırma ile eski öğrencim Mehmet Topal'ın konrtatının bittiğini gördüm. İdeal bir Ziya Doğan olma yolunda mükemmel bir adımdır bu tanıdık DMC'ler. Aramızın da iyi olmasından hemen kendisine salça oldum ve €1.100.000 M'a anlaşmaya vardık. Aynı zamanda takımdaki Wagner ile birlikte en yüksek maaş oluyordu bu.

Aramalara devam ederken bir yandan da boşalan Fransa koltuğuna başvursam da pek siklenmedim. O aradaki boşlukta antreman tesislerimizin seviyesi düştü. Başkana gidecek oldum, ayaklarım geri geri gitti. Zaten borç içinde yüzüyoruz. Phill Jackson gibi her şeyi anlayışlı karşılayabilirim diye düşündüm, tabi kulüpte yerimin garanti olmamasının da atar yapmamam da etkisi büyüktü.

Aramalarım devam ederken Efsane Sarbi Reyiz'in de Valencia'daki kontratının bittiğini gördüm. 31 yaşında FM'deki Sarbi her türlü iş görürdü. İmzalattım. Beşiktaş'tan taş gibi bir Yiğit İncedemir, yedek kaleci olarak Fatih Tosun ve yedek hızlı forvet olarak genç Yaşar Yılmaz'ı renklerime bağladım. Yine de Wagner'e güvenmediğim için bir orta saha ile daha anlaşmak istiyordum. Porto'daki Engin Bekdemir ise imzalama teklifimi geri çevirdi. Golcüm İsmail Sosa'ya bir şey olması ve Engin Bekdemir'in gelip gelmemesine göre çift forvet oynama ihtimaline karşı da Tarık El Amrani isimli gençle anlaşma imzaladım. Tarık diğerlerinden 2 ay sonra takıma katılacaktı. Bu arada Galatasaray'a yabancı olan yedek sağ bekimi €1,5M'a kakalayınca yabancı sayım da 4'e düşmüştü.

Sezon başı hazırlığında verdim trainingin gözüne gözüne. Kilometrelerce koşturdum puştları dağ bayır demeden, su vermeden. O arada da hemen hemen 3 günde bir hazırlık maçı yaptırdım rotasyon uygulayarak. Hazırlık maçları çok ümit vericiydi ve herhangi bir sakatlık problemi ile karşılaşmadım. Tam o sırada Engin Bekdemir, Porto'dan ayrıldı ve hemen deneme(trial) teklif ettim. Oyunun yüzyıllık "bug'ı. Trial'e gelen oyuncu arından zart diye kontrat imzalıyor. Bastırdım Engin Bekdemir'e imzayı, öptürdüm formayı ve böylece takımın yeni oyun sistemi ve kadrosu da belli oldu.


Tarık El Amrani hariç diğer oyuncularla ilgili basın toplantısı düzenledik. Verdim gazı; bunlar mükemmel, Sarbi'yle mükemmel bir dostuluğumuz var, yok kardeşim ne swf'si ben hiç gülmedim onlara, Engin tam bir yıldız, yürüyün, koşun, tutmayın küçük enişteyi modunda basın toplantısından sonra hazırlık maçlarına devam ederek ve lig yaklaştıkça antreman temposunu düşürerek hazırlıklarımı tamamladım. Sakatlıktan çok başım yandığı için, bu sefer oldukça düşük tuttum antreman temposunu. Light'ın sonunda. Ve Avrupa kupalarına katılma ve yüksek prim vaadi lige başladık.

İlk üç maçta bomba gibi girip peşpeşe galibiyetler alarak Fenerbahçe ile zirveyi paylaştık. Verilen milli maç arasından sonra Galatasaray ile maçımız vardı. O arada yapılan kurada Türkiye Kupası'nda Dardanelspor ile eşleştik. Kader dedim, geçtim. Galatasaray' kıran kırana geçen maç sonunda 3-2 yenildim. Arından 4 maçlık bir galibiyet serisi daha yakaladım. Sarbi çılgın atıyor, Sosa golleri sıralıyordu. Şehirde başımız dik geziyorduk ki Dardanel ile kupa eleme maçımız geldi. Eski hocaları olmamdan olacak ki Dardanel'e şansım hiç tutmuyor. Yine 2-1 yenilip kupadan elendik ve yüzümüzü tamamen lige çevirdik. Arada bazı oyuncuların antreman seviyesi çok düşük demesi yüzünden, idmanı çok az az arttırdım. 2 galibiyet daha aldıktan sonra Manisaspor ile şöyle bir istatistik ve kaçan bir penaltı sonrasında berabere kaldık. O maçta dikkatimi çeken şey Sosa'ya senden bir şeyler bekliyorum koçum dememle, maçın içine sıçması oldu. Ardından doğal yollardan Fenerbahçe'ye yenildik. Trabzon'u 1-0 yenip, peşpeşe Beşiktaş ve Çanakkale Dardanel'e net bir şekilde kaybedince biraz tırstım takım dağılacak diye ama son iki maçımızı da alarak ilk yarıyı ligi şöyle güzel bitirdik. Eminim televizyonlarda işte Türk oyunculara güvenin sonucu ve. gibi haberler dönüyordu. Tabi bu sonuçlarda fikstürümüzün mükemmel olmasının da payı var. Zor maçlar sonlara kalmış. Böylece pek fazla dalgalanma yaşamadan ilerleyebildik.

2017 - İlk Yarı Sonu
Ve bir de şöyle bir şey oldu ilk yarı sonunda:
En alttaki isme dikkat! Sağ açık oynuyor kendisi.


Klasik olarak ikinci yarı takımlarda bir performans kaybı oluyor: Sakatlıklar ve cezalıların ufaktan ortaya çıkmasıyla rotasyonda sıkıntı oluyor ve takım performans kaybediyor. Böyle olmasın diye oldukça temkinli adımlar attım ikinci yarı. Yine duruma göre antreman derecesini arttırıyordum ama çok az az. Devre arasında Avusturya kampı yaparak hazırlık maçlarına ağırlık verdim. Harmoninin dağılmaması hedefimdi ve çok şükür dağılmadı.

İlk maçta deplasmanda Gençlerbirliği'ne 2-0 yenilmemize rağmen 7 maçta 5 galibiyet -Galatasaray dahil- 2 beraberlik aldık. O maçlarla ilgili şöyle anılarım oldu, anlatayım:

Galatasaray maçından sonra Bursa karşısına çıkacaktık. Bursa karşısında 1-0 geriye düştük. Soyunma odasında çılgın attım ve kazanmaktan başka çareniz yok dedim. Takım ateşli çıktı sahaya ve hemen 1-1'i buldu. Vakit ilerliyordu ve yanımda oturan Orhan Gülle ile göz göze geldik. Gözüme işaret ettim ve hazırlığını yaptı. Tam oyuna girecekken kulağına "oğlum gülle gibi yapıştır" dedim. Girdi ve girer girmez gülle gibi yapıştırdı. Yılın golü seçildi.

Peşinden Rize ile oynayacaktık ve ben basın toplantısında "bunlar küme düşer" dedim. Demez olaydım. Adamların ilk yarıda ayağından topu alamadık. Herkes Messi. Skor 2-0. Soyunma odasında yine bastım kalayı ve genç golcüm Tarık El Amrani'yi sürdüm oyuna.  2 gol atarak takımını ve kendini kurtardı. İlk golleriydi.

Ardından yine küme düşmeye oynayan Buca ile karşılaştık, yine bunlar düşer dedim. İlk yarı 1-0 mağlubuz. Yine aynı terane. Küfürler küfürler. 1-1 i bulduk ve Orhan Gülle'yi sürdüm oyuna. Bu sefer AMC mevkiine koydum DMC'mi. Orhan durumu 2-1 yaptı ve kendini resmen kanıtladı. Adeta bir Genç Semih. Kulubün kendi çapında efsanesi oldu. Ama yapacakları henüz bitmemişti.

Peşinden gelen Kayserispor maçında yine geriye düştük ve yine aynı terane. Oyuna devre arasında Orhan'ı aldım. Takım canlandı ve 1-1'i bulduk. Tam maç bitti diyorduk ki, Orhan yapacağını yaptı. Ama çok fena:

Ardından gelen mithiş bir düşüş ve şöyle bir tablo:

*Nurtepe ve Erdekspor Maçları Yedekler İçin Alınmış Hazırlık Maçlarıdır

Aradaki Göztepe maçı da gelgitlerle kazanılmış bir maçtı. Sabri'nin sakatlığı ve aradaki cezalılar takımı acaip etkiledi. Son 7 maçı kazanamamıza rağmen Gençlerbirliği'nin de puan kaybetmesiyle ligi 4. bitirebildik ve UEFA vizesi aldık.

2017 Sezon Sonu

Türkiye Kupası'nda, Fener ve Dardanel finalinde, 5 yiyince Dardanel, UEFA vizesi aldılar ama Tolunay kovulmaktan kurtulamadı. 

2017 - İstatistikler




HERKES TATİLE

FM 2011- Gaziantepspor - İlk Yıl

Evet, Çanakkale Dardanel'den ayrılıp Antep ile imzaladıktan sonra kader de olaya imza atmak istiyor olacak ki ilk maçım -ligin 14. haftası- Dardanelspor ile. Basın toplantısında daha düne kadar övdüğüm Angulo hakkında "O da kim. Abartılmış biridir. Sallamıyoruz" açıklamasını yapınca kendimden tiksindim yeminlen. Aynı Angulo maçta şov yapınca da 5-0 elimize verdiler. Bunda yanlış bir taktikle sahaya çıkmamın da payı büyük tabi. Hemen sonraki maçta da Fenerbahçe gelince götüm üç buçuk atmadı değil. Sistemimi en dengeli oyun biçimi olan 4-4-2 ye çekince takım da biraz rahatladı ve Fener'i yenecekmiş gibi olduk. Yenemedik tabi ama ezilmedik de. Düzelen taktiğimle sezonun kalan iki maçından galibiyetle ayrılınca, ilk yarıyı 12. bitirdiğimizde, bütün şehrin yüzüne yayılan tebessümün nedenini anlamamız zor olmadı. 
2015-2016 İlk Yarı Puan Durumu

Devre arasında büyük başkan İbrahim Kızıl €4.9M hibe etti ama para nereye gitti anlamadım. Kasa boş. Kadrodaki bir çok ıvır zıvır oyuncudan kurtulup maaş masraflarımızı azaltmamız gerekli. Neşter için sene sonunu bekleme kararı aldım ama çok gözüme batan yabancıları da şimdiden satış listesine koydum. Devre arasında Afrika ulusal takımlarının hepsini gezmeme rağmen işime yarayacak kimseyi bulamadım. Biraz da Asya'da dolandıktan sonra elim boş evime döndüm. Transfer işini sene sonuna bırakma kararı alarak ligin ikinci yarısına, 5 tane tırt takımla hazırlık maçı yaparak başladım. Tırt takımlarla maç yapma amacım kazanınca oyuncuların mutlu olması. Böylece kontak almayan arabayı ittirerek vurdurmaya çalışan bahtsızlar gibi, takımı ittirerek kontak vermeye çabaladım. İşe de yaradı. Gençlerbirliği, Eskişehir ve Manisa'yı yenerek devre arasından önceki maçlarla birlikte  5 maç üst üste kazanmış oldum. Ligde birden 7. sıraya fırladım ve bir sigara yaktım çünkü önümüzdeki maç Beşiktaş'laydı.

Beşiktaş, Bolu, Trabzon ve Galataray maçları üstüste olunca hayat pek zevkli olmuyor. Beşiktaş'a 3-0 mağlup olup, Bolu ile 0-0 berabere kalıp Trabzon'a da çok direnerek 1-0 yenilince, son 3 yılın şampiyonu Galatasaray'dan kaç yiyeceğimi düşünüyordum ki, Trabzon maçındaki taktiğin aynısı işe yaradı ve bu sefer 2-1 yendik. Peşine gelen Kayseri maçını da 3-2 kazandıktan sonra Altay ve Ankaragücü ile bereabere kaldım ve ne olduysa işte o hafta oldu. Zaten yarım göt oturduğumuz orta sıralar koltuğundan Bruce Lee tekmesiyle indirildik. Nasıl mı? Şöyle:

O gün yine her gün ki gibi bir gündü ve biz bu akşam evimizde yapacağımız maçı düşünüp tesislerde gözümüzü açtık. Takım 1 gibi toplanacak ve son konuşmalarımızı yapıp, diyetisyenler eşliğinde iğrenç yemeklerimizi yiyip, stadın yolunu tutacaktık. Yine konvoylar, selamlamalar, küfredenler, kırmızılar, siyahlar ve stadın girişinde her maçta istinasız olarak önümüze bir tepsi Antep baklavası getiren bıyıklı adamı göreceğimiz için çok heyecanlanmıyordum. Bu takımımla çıktığım 15. resmi maçımdı ama sanki 15 yıldır buradaydım. Baklava sevmediğimden önümü kesen bıyıklı sempatiğin elinden bir dilim baklavayı alıp, takımın en boğazlı oyuncusu Romulo Otero'ya elimle yedirdim. İsterse bütün tepsiyi yiyebilirdi. Banane deyip içeri gittim. Maç öncesi kendimin bile inanmadığı son konuşmalarımı yaptıktan sonra galibiyet yemini ile birlikte sahaya çıktık. Coşkulu taraftarımız önünde iki hafta sonra artık galibiyet almaktı sadece amacımız. Bu kadar  prosedüre gerek olmamılıydı bence. Ben, karşı tribünde bir ortaokul arkadaşımı gördüm sanıp ona doğru bakarken, maç başladı:

Beklendiği gibi temposuz ve zevksiz bir mücadele olarak başladı. Maça alt oynayanların avuçları kaşınıyordu muhtemelen. 17. dakikada Emre Güngör sakatlandı ve yerine genç bir oyuncumu koydum. Zevksiz ilk yarı sonunda üstümüze boşaldı ve 45. dakikada gol yedik. Gol yemek için olabilecek en kötü zamanlardan biri. Kafam attı soyunma odasında, yabancılara bağırıp çağırdım. Sonra bir tanesini oyundan aldım. 52'de ikinci golü yiyince tarihi hatayı yaptım ve birini daha oyuna sürdüm. Değişiklik hakkım bitmişti. Amacım kazanmaktı sadece. Ardından 55, 72 ve 77 de 3 oyuncum birden sakatlanınca ağlamadım. Yere çömeldim. Ortaokul arkadaşım sandığım adama bakıyordum. Hiç sevmediğim ve bu sene sonunda kovacağım yardımcım Tahsin Tam yanıma geldi. İyi misin abi dedi? Benden büyüktü ama abi diyordu. Onun aramıza mesafe koyma şekliydi bu. O an kendim dahil herkesi uzayı boşluğuna yollayabilecek kadar sinir olduğundan üzerimde, sakince, Tahsin dedim, Ayhan Tumani'ye - ki kendisi Fener'in eski yarımcı antrenörüdür- söyle "çorba kalsın ekmeğin parasını verseniz yeter." Çömeldim tekrar. Dedim saldırın Tahsin, formasyonun biçimsizliğine aldırmadan, dedim kovuldun Tahsin çömeldiğim yerden biçimsiz çimleri koparırken, içimden .


Öyle durdum 15 dakika daha. 1 gol yedik, 1 gol attık. Maç sırasında kimseye görünmemeye çalışarak o adamın yanına gidip suratına baktım. Normal şartlar altında yerlerimizi terk etmemiz yasak ama canlı yayın aracı yoksa ortalıkta, her şey mübah. Bir de hem kaybeden, hem de 4 oyuncusu sakatlanmış bir takımın hocasını tribünlere yollamak pek mantıkla açıklanamayacak sonuçlar doğurabileceğinden hakemler görmezden geldi. Belli bir mesafeden her şey her şeye benziyebiliyor dedim içimden, adamın suratına yakından bakarken ve taktiğimizi legolardan yapılmış tırt uzay gemilerine benzeterek. Soyunma odasında hiç konuşmadık. Bir hafta boyunca hastanelere 4 sakatımızı ziyarete gittik. Çiçek almadık hiçbirine.


Böylece takımın dağılan atmosferi ile birlikte 9 hafta üst üste maç kazanamayarak kendi rekorumu da kırdım sanırım. 4 beraberlik ve 5 mağlubiyetle iğrenç bir performans gösterdik ve Galatsaray'ın 4. kez -ben yenmeme rağmen- şampiyon olmasını ve Fener'in onların ardından ikinci olmasını izledik. Ben daha ne yapayım arkadaş.
2016 - Süper Lig Sonu

Tabi bu iğrenç performanstan oyuncuları sorumlu tuttum ve aldım elime penseyi. Açtığım, bütün tırt yabancı oyuncular ölsün kampanyasına ilgi büyük oldu ve 4 yabancı bedelsiz siktirdi gitti. Şimdi büyük boşluk ve amaçsızlık içinde harıl harıl bedava oyuncu arıyorum. Maaş kotam var, bütün ilgilenenlere duyurulur.

Ligle ilgili önemli detaylardan biri ben Dardanel'in başındayken sürekli sakatlanan ve verim vermeyen Wisdom Abdallah'ın 22 golle gol kralı olması oldu. Bir de küme düşen Eskişehirspor'un Türkiye Kupası'nı alması da ilginçti. Seneye Avrupa'da yine puan kaybedeğiz demek ki.

Vay anasını. Ne iğrenç bir yarım sezondu.

FM 2011 - Çanakkale Dardanel - 5 sene

İLK SENE

Türk takımlarından başka liglerde zevk alamadığımdan, kısa bir Santos macerasından sonra yeni bir oyun açarak kendimi yine ülkemde buldum. O sıralar İkinci Lig Grup B'de eski günlerini arayan Çanakkale Dardanel'le 2 yıllık bir sözleşme imzaladım.

Her ikinci lig takımı gibi bütçesizlerdi. İlk etapta kadroya şöyle bir baktıktan sonra Okan Koç ve Bora Kalyon dışında gözüme çarpan pek oyuncu olmadı. Ama toplamda çok kötü bir takım sayılmazdı. Süper Lig'teki takımlardan genç takviyesi yaptım: Okan Alkan, Gökay İravul, Okay Yokuşlu, Anıl Sarak. Yettiler de arttılar. Takımdaki oyuncuları tek tek incelediğimde 4-4-2 sisteminin bana uygun olacağını gördüm ve ayarlarımı Kanatlar AML ve AMR olacak şekilde yaptım. Genel hucüm olarak "Control" seçtim ve orta sahalardan birini defansif diğerini de "box to box" olarak ayarladım. Forvetlerden birini "Poacher", diğerini de bazen "Complete Forward", bazen de "Deep Lying" olarak. Diğer iki taktiğim de 4-4-1-1 ve 4-1-2-2-1. 

İlk yılda scout alınmadığı için onlar öyle kaldı. Maçlar başladığında Koray Kurt ve Raif Demir ikilisinden hangisinin asil forvet olacağına karar veremedim. Koray Kurt sakatlandığında Raif Demir iyi iş gördü. Okan Koç'un da katkılarıyla önde başladığımız ligi yine önde ve rölantide, 2237 seyirci ortalamasıyla bitirdik. Tabii ki Türkiye kupasında bir başarı gösteremedik. Taraftarlar tarafından yılın oyuncusu Koray Kurt seçildi. Lokal bir başarı :)


2011 2. Lig - Puan Durumu



İKİNCİ SENE

Vincio Angulo
Mario Junior
Bank Asya'ya çıktığımızda, cebimiz de biraz para gördü. Öncelikle Okan Alkan ve Okay Yokuşlu'yu tekrar çağırdım. Mutlulukla geldiler. Ardından hemen yabancı arayışlarına girdim ve neredeyse bütün Afrika ülkelerinin U21'ini gezdim. 23 yaş sınırlaması nedeniyle aramam çok uzun sürdü. Vincio Angulo(resmi solda) ve kayda değer olmayan bir isimle daha imzalayarak parasızlıktan iki yabancıyla lige başladım. Enteresan bir şekilde kadronun harmonisi tuttu ve hep yukarılarda kaldım. Türkiye Kupasın'dan da ilk turda elenmenin rahatlığıyla sakatlık harici pek rotasyon yapmadan ilk yarıyı üst sıralarda bitirebildik. Amacımız orada tutunmaktı ama performansımız beni de etkiledi ve tekrar detaylı bir aramanın sonunda Mozambik'ten henüz 17 yaşında müthiş Mario Junior'u €170K'ya aldım. Takıma gelmesiyle takımın kanatlanması bir oldu ve orta sahada 15 gol 5 asistle bizi uçurdu. Özellikle kritik maçlarda attığı frikiklerle ihya ettiğinden, son zamanlarda düşen takımın puan farkını koruyarak bir maç önceden şampiyonluğu ilan etmesini sağladı. Takım mutlu herkes mutluydu ve şampiyon sesleri eşliğinde bir anda Süper Lig'e yükseldik. Defansın bel kemiği Bora Kalyon taraftar tarafından takımın en iyi oyuncusu seçildi. Seyirci ortalamamız ise 4000 küsürdü. 3 yıllık kontrat daha imzaladım.


2012 - Bank Asya Puan Durumu



ÜÇÜNCÜ SENE

Süper Lig'te yine ilk amacımız düşmemekti. Bir kaç kayda değmeyen yabancı-sağ bek, sol bek- takviyesiyle lige başladık. İlk 5 maç tam anlamıyla bir hezimet oldu. Biraz daha defansif oyuna yönelmemiz takımın yapısını bozmuştu ve ben tekrar 4-4-2 ye dönerek deneme yapmak istedim. Taktiğine dönen takım kendini buldu düşme potasından kendini kurtararak ortalara yerleşti. Türkiye Kupası'ndan yine elendik. Kronikleşmişti artık :) Ligi düşe kalka Trabzonspor'un altında 9. bitirerek kendimize göre bir başarı yakalamıştık. 


2013 - Süper Lig



DÖRDÜNCÜ SENE

Mario Fazio
Wisdom Abdallah
İkinci yılda kadroya forvet ve orta saha takviyesi için uğraştım. Okan Koç ve Koray Kurt ile yolları ayırdık. Süper Lig'den Uğur Boral, Özer Hurmacı ve Zafer Yelen ile anlaşarak kadro derinliği oluşturmak istedim. Bu sene Türkiye Kupasında da mücadele etmek niyetindeydim. Wisdom Abdallah isimli bir de genç forvet buldum. Uğur'un gelmesiyle Angulo'yu da forvette kullanbilme opsiyonum olmuştu.  Bir de Nijerya'lı sağ açık almıştım.  Lige fırtına gibi giriş yaptık. Ama devamı tabii ki gelmedi ve tabii ki Türkiye Kupası'ndan elendik. Fenerbahçe'yi yenmemiz ve Beşiktaş ve Cimbom'la berabere kalmamız dışında heyecan verici olmayan bir sezondan sonra ben bir ara 5.liğe göz koymuşken ligi zar zor 9. bitirebildik. Mario Junior'un yanına €1.9 M'a aldığım genç orta saha Fazio(solda) ile yarım sezon yanyana oynayabilmesine rağmen kafası gitme işiyle meşgul olması ve hiç performans vermemesi, üstüne bir de lig bitmeden Köln ile anlaşması takımın da dengesini bozdu ve hevesimi kursağımda bıraktı.

2014 - Süper Lig



BEŞİNCİ SENE

Ashwin Ndlovu
Yeni sezonda bu sefer Fazio'nun yanına bir adam aradım ve Güney Afrikalı bir genç ile(solda) €250K'ya anlaştım. Tuncay Şanlı sürpriz bir imza olarak beni ve taraftarı heyecanlandırmaya yetti. Bu sefer kadro ile çok oynayarak harmoninin bozulmasını istemedim. Hedefi Avrupa Kupaları olarak koydum ve ulaşamazsak kesinlikle bırakacaktım. Bu yüzden gelen kontrat teklifini kabul etmedim ve lige başladık. Henüz lige başlamıştık ki yönetim bana sormadan Fazio'yu €4M'a sattı ve kararımı ne kadar doğru verdiğimi onayladı. Lig geçtiğimiz iki senenin bir kopyası oldu. Devre arasında bedavaya aldığım Mehmet Topal bile bizi kurtarmaya yertmedi ve yine oldukça dengesiz bir form grafiği ile ancak 10. olabildik. Trabzon'a iki maçta 5-0 ve 7-1 yenilmemiz zıplayan sinirlerime katkı yaparak anti depresanlara abanmama yardım etti. Bu seninin tek iyi yanı belki de Türkiye Kupası'nda gruplara kalabilmemizdi ve ilk iki maçı kaybettikten sonra devre arasında gelen Mehmet Topal gazıyla kalan iki maçı farklı almamızın hiç bir anlamı olmamıştı.


2015 - Süper Lig
Ancak Süper Lig için çok sürpriz bir sene oldu bu yıl. Bütün yıl önde giden Fenerbahçe(ilk 10 hafta tek mağlubiyetlerini benden aldılar) son haftalarda müthiş bir sıçışla aradaki farkı Cimbom'a erittiler ve geçtiğimiz iki seneyi kazanan Galatasaray, son maçta arasında iki fark olan Fener'le şampiyonluk maçına kendi evinde çıktı. 2 veya 3-0 kazanarak üstüste üç sene şampiyon oldular. Bu gelişmenin ardından hemen Fenerbahçe ile ilgilendiğimi bildirdim ve kontratımın bitmesini beklemeye başladım. Kontratım bitti ama ne arayan oldu ne soran. Koltuğu sallanan Ertuğrul Sağlam'ın Bursa'sına da salça oldum ama sallayan olmadı. Ardından 13. haftada boşalan Gaziantepspor koltuğuna geçtim ve kadere bakın ki sene başında benim bıraktığım koltuğa oturan kişi de Tolunay Kafkas'tı.

Artık varsa yoksa Antep. Şu an ben aldığımda ligde 14. sıradalar. Dardanel kaçıncı mı? Geçtiğimiz 3 senede bu zamanlar olduğu gibi 7.ler. Eminim 9. bitirecekler :) Bekleyip göreceğiz hep beraber.

Menajerlik Geçmişi

İlk menejerlik rüyası kuzenimin evindeki bilgisayarda Ultimate Manager olarak görüldü bize. Ama biz 97'de hayatımızda sayılı defa bilgisayar görmüş çocuklar olarak maç oynanırken bütün tuşlara basıp gol atmaya çalıştık. Manchester United'ı tutan kuzenim hep onları alırdı, Manchester da yenerdi. Biz sevinirdik. O oyunla ilgili şike yapılabildiğini çok net hatırlıyorum. 98'de Playstation aldık. Sürekli FİFA oynadık. Ama bir süre sonra sıktı doğal olarak. Kafamızda böyle kulüp başkanı olan bir oyun tasarlardık. Ne güzel olurdu değil mi? Sonra Level de bir oyunun ismini gördük: Premiere Manager. İtalya, İskoçya ve İngiltere ligleri seçilebiliyordu. Hemen Eminönü'ne gidip almıştık. Otobüsle eve gelene kadar idare eder İngilizcemizle arka kapağını
defalarca okuyup heyacanlanmıştık. Maçları şimdiki FM'nin 3 boyutuna yakın bir modda yalpalayarak koşan oyunculara aldırmadan izleyebiliyordun. Tabii ki o zaman için çok ama çok yeterliydi. O oyunda Chelsea, İnter ve adını hatırlayamadığım bir İskoç takımı ile kariyerler yapmıştık. Özellikle Chelsea ile oynarken transfer ettiğimiz Didier Deschamps ve Jes Hogh'un gerçekte de Chelsea'ye gitmesiyle benim ciddi anlamda menejerlik bağımlığım başlamış oldu.  Etrafımda oynayan kimse de olmadığı için abim hariç kimseyle paylaşamıyordum yaptıklarımı ama kaptırmıştk artık. Bize Playstation oynamaya gelenler beni oyunun başında görüp klasik olarak "ne yani şimdi sen oynamıyor musun?" sorularına 98'den maruz kalmaya başlamam benim için bazı şeylerin de işareti olmuş olabilir. Ama o konuya girmeyelim hiç. Sonra o oyundan sıkılıp Alex Ferguson Manager oyununu edindik yıllar sonra.

2001 için yine iyi sayılabilecek bir oyundu. Liverpool ve Blackpool ile sayısız başarılara imza atmıştım. Blackpool'a topladığım veteran oyuncularla Lig Kupası'nda Manchester'ı yenmem benim için eşsiz bir başarıydı. Takımımda Hagi, Turu Flores ve Roberto Mancini vardı. O oyunun kötülüğü de oydu. Yaşlılar her takıma gidebiliyordu ve çok iyi bir takım kuruyordunuz. Tabi iki maç arka arkaya yapamadıkları için rotasyonu iyi ayarlamak lazımdı. Heskey ve Owen'lı Liverpool'u da o zaman tutmaya başlamıştım. Bu oyunda menejerler size oyuncu kasetleri getirip gollerini izletiyordu. Bir tane röveşatacı Güney Amerika'lı ile çok iş yaptığımı bilirim. Adı Gabrial gibi bir şeydi sanırım.
Ardından LMA Manager çok sarmıştı. Stadyum yapabilmek çok özel bir durumdu. Ve bir de TV programı vardı. İki adam konuşur sonra da skorları gösterirlerdi. Manchester ve Cardiff City ile kariyer yapmıştım orda da. Oyunun zayıf noktası ise bu sefer de gençlere yatırım yapınca boşa çıkmamasıydı. Gençleri çalıştırınca kesinlikle çok iyi oyuncu oluyorlardı ve özellikleri şişiyordu. Sonra gelsin kupalar. Çabuk sıkmıştı haliyle. Sonra tekrar Alex Ferguson Manager'e dönmek istesem de dönememiştim çünkü CD çizikti. Kolonya ile silmek de kar etmemişti ve artık büyüyen benim için de Playstation Winning Eleven ile birlikte var oluyordu sadece.

Bu yılların içinde anlatmadığım bir yerde 2000 yılında elime bir CM oyunu geçmişti. 1999-2000. Yukarıda bahsettiğim kuzenimin evine haftasonu gidip büyük bir ciddiyetle Fener'i alıp oynamıştık. İlk defa menejerlik oyunlarında Türk takımı alabilmenin sevincini ve sorumluluğu enteresandı. Her güzel haftasonu gibi o da çabucacık geçmişti ve CD kuzenimde kalmıştı. O oynamış sonra. Ardından CD'yi veren arkadaşım istemişti oyunu tekrar. Ve böylece 2002'de bizim eve bir bilgisayar gelene kadar CM dosyası kapanmıştı. Ardından  Championship Manager 2001, Celeron bir bilgisayara kurulur ve herkesin başına gelen benim de başıma gelir. Tsigalko gol atar... Çok gol atar...

İzleyiciler